Bugün Türkiye’ye yeni yeni giriş yapan bir meslek olan Odyoloji bölümünden bahsetmek istiyorum.Odyoloji Nedir? audiology kökenli olarak çıkan ses bilimi anlamına gelen fiziksel ve nörolojik sorunları inceleyen bir bilim dalıdır.
Odyoloji
2011 yılına kadar Türkiye’de lisans eğitimi verilmeyen bir bölüm olan Odyoloji bölümü hakkında bilgi verelim.Odyoloji Bölümü? Kişilerin işitme bozuklarını haliyle denge merkezi olan kulaktan dolayı denge sorunlarını saptayan tedavi ve rehabilitasyonunu yapan bilim dalına verilen isimdir Odyoloji.
Odyoloji Puanları
Odyoloji bölümü bu sene Devlet üniversiteleri, Özel üniversiteler, Tam Burslu üniversiteler, Yüzde 50 Burslu üniversiteler ile öğrenci almaktadır.Aşağıda 2013-2014 yılı Odyoloji bölümü puanları sıralanmıştır.
Odyoloji Maaşları
Odyologların maaşları 5 bin Türk Lirası ile başlamaktadır.Ülkemizde bayağı eksiği olan yeni bir bölüm olan odyoloji bölümü ilk mezunlarını 2015 yılında verecek.Bölümde çalışan elemana ihtiyaç olduğu için yüksek maaş ücretleri olan Odyoloji, yüksek maaş vaat ettiği için çok yüksek puanlardan öğrenci alımı yapacaktır.
Üzerine gittiğin süre boyunca aldığın kokular farklı gelmiyor, tadı değişmiyorsa daha fazla zorlamadan yepyeni taze kokular aramaya başlamalı mı? Yeni kokular eskilerin yarattığı düşünce ile mi devam etmeli yoksa bu düşünceyi değiştirmeli mi?
İşte bu durumda aklıma yeni yeni düşünce yapısını değiştirip yapacağım şeylere “gerçekten fokuslanmak” istiyorum.Araştırdığım,içinde bulunduğun sürekli bir değişimin olduğu sayılmayan ve farklı tatları bulundurmayan yaşamın değişim vakti sanırım.Vicdan eğer rahat etmiyorsa bunun için zaman gelmiştir diye düşünüyorum.
Bu konuda biraz önce etohum’da paylaşılan “Girişimci, durumunu objektif olarak devamlı kontrol eden, kendi ve ekibi için gerekli motivasyonu yaratabilen bir olimpiyat sporcusudur.” sözü bir şeylerin değişim vakti için zamanlı bir şekilde ayarlanmış bir yazı olarak karşıma çıktı.
Evet bir olimpiyat sporcusu tek bir şeye odaklanır, o kadar antrenman yapar, zamanın önemli olmadığı yarışlara katılır, kendini sürekli kontrol eder ancak tek bir final vardır. Onun için tek olan kendini finale fokuslamaktır.Geçen izlediğim TED videolarında şimdiye kadar adını duyduğumuz birçok başarılı girişimci aralarında Bill Gates,Warren Buffet,Larry Page ve daha fazlasının bulunduğu tanınmış kişiler “gerçekten fokus olma” düşüncesine sahiptir.Artık yeni kokuları oluşturmak için fokus olacağım tek bir şey olmalı hayatımda diye düşünüyorum.
Bu anlamda değişim için vakit yaklaştı mı diye soruyorum?
O zaman levelleri olan bir oyun gibi görünen internetin bir gün bitecekmiş gibi baktığım 2006 yıllarını hatırlattı bana.Ne günlerdi diye biraz kayıtlara baktım, baktıkça neler yaptığım şeyler bir film şeridi gibi gözlerimin önünde şekillendi.Oysa bir oyun gibi başlayan sonsuzluktu internet benim hayatımda.Yaşından büyük birçok şeyi yapmak mı dersin her gün yeni bir şey öğrenmek mi dersin? Henüz 13–14 yaşında olan bir çocuk için bunları ayırt etmek gerçekten zordu.Serüven daha yeni başlamıştı.Yeni şeyler öğrenmek o kadar sevinçli geliyordu ki bugüne yansımaları bile musmutlu bir tebessüm ifadesi…
Hiç unutamadığım yıllar, o zamanlar blogcu.com daha yeni kurulmuş etrafta kaynak yok hazır templateler ile bir web sitesi yapmak eğlenceliydi.Blogcu‘nun forum bölümünden html kodlar paylaşılır ne bilim yok radyo playerlar,kayan yazılar,resimlere efektler gibi türlüce farklı şeyler eklerdim bloguma.Tabi o zamanlar yıl 2005 yeni yeni internette kendinin yaptığı şeyleri üretme dönemine başlayıvermiştim.
Daha sonraları blogcu 2007’de nokta.com tarafından satın aldı ve birçok şeyi değişti.Yeni arayüz yeni yazılım derken yepyeni bir blogcu ortaya çıktı.Blogcu’dan önceleri ücretsiz forumlar vardı.Orada hazır forum üzerinden kendi web sitemizi yapmak ile uğraşırdık.Bu forumlar daha sonraları kendi alanadları ile sahipliğe ücretsiz açık kaynak kodlu yazılımların dağıtılmasıyla farklı bir hal aldı.SMF’lerPHPBB’ler ve benim vazgeçilmezim olan vBulletin gibi birçok yazılımlar kullanılıyordu.2000 yılında çıkan bir vBulletin vardı ama ben ancak vBulletin 3 sürümünü hatırlıyorum sanırım 2004 yılları olsa gerek yeni yeni Türkiye’de kullanılıyordu.Lisanslı bir yazılımdı 145$ gibi bir rakam ile sınırsız kullanım hakkı tanınıyordu.En güçlü forum yapısı tabiki vBulletindi.Hatta şöyle bişey vardı diğer forumlara alışmak biraz farklıydı.Birkez vBulletin kullanan diğerine geçemiyordu 🙂 XML ile template sistemi olan ve birçok plugins destekli bir yapıydı vBulletin.Bir anı gibi görünen o kadar çok şey var ki hatırladıkça hatırlıyorsun.
O zamanlar her gün bir şeyi bozup yeniden yaparak kendimi geliştiriyordum.Aslında bana göre hayatta birçok şey “deneme-yanılma” ile oluyor.Tam o sıralarda yaşından büyük kişilerle Messenger (unutulmayacak bir dev) ile bağlantı kurarak tanışıyorduk.Daha internet dünyasında elbette büyük birçok firma vardı ancak kendi başında işler yapan abilerde vardı.O günün deneyimlerinin bugüne yansıması ayrı bir mutluluk veriyor insana.Messenger’dan birini ekleyip sadece ismini gördüğümüz günler…Adı çıkıyordu ta ki karşı taraf kabul ettikten sonra resmi ve durumunun çıktığı dönemlerdi.Birisiyle sohbet etmek için bir şey sormak için heyecan sarıyordu bedenimi.Çünkü elinde hiçbir şey yok sadece yönlendirmeler ile yukarıda belirttiğim gibi oyunun levellerını geçiyordun. 🙂 Neyse gelgelelim forumlar,bloglar bilmem free hostlar bende eski sevgiyi daha çok profesyonel yapıp neden kendi host,domainim ile kendim bir şeyler yapmıyorum sorusunu oluşturdu.
İşte tam burada Messenger ile hergün o sağda solda gördüğümüz forumlarda sitelerin sahiplerini ekleyip konuşuyordum.Sürekli bir bilgi alış-verişi derken işte büyük forumlarda yönetici oldum.Farklı sitelerde yetkiler aldım.Ama benim hayalim farklıydı benim kendim kurcalayacağım bozup yapacağım kendime ait web sitelerinin olmasıydı.Neyse o zamanın abilerininde desteği ile fazladan olan domainlerinden birini bana veriyorlardı bir başkasından hostu ayarlıyordum ve tamir zamanı başlıyordu 🙂 Türlüce scriptler mi denemedim o zamanın ASP’si ile başlayıp veritabanı (MDB) ile çok kolay bir şeyler yapmak zevkli geliyordu.O zamanda hatırladığım tek kaynak aspindir.com vardı.Ama niyeyse o tat vermedi ASP’den uzaklaşıp daha çok kişisel olan PHP’ye yaklaştım.Tabi kaynak fazla yok herkes yeni yeni kişisel yazılımlar oluşturuyordu.Daha önceleri tüm sitelerde hazır yazılımlar vardı.Messenger sohbetleriyle aldığım domain dün gibi aklımda sanalzamani.comMahmut EFE isminde bir abiydi samimiyet ile bana vermişti domainide hostuda artık tüm herşey sıfırdan elimdeydi sürekli yeni bir şey kurup siliyordum.vBulletin forum ile devam ettim.Forumlarda eklentiler daha yeni yeni çıkıyordu.O zaman Google’da böyle algoritmalar gelişmemişte ne kadar çok içerik o kadar çok büyük bir site mantığı hakimdi.SEO konusunda da bir eklenti vardı adı “Forum SEO by Zoints” diye geçiyordu onu kurup işte linkleri SEF (Search Engine Friendly URLs) yapıyorduk.Zamanla işte modlar filan yetkiler veriyorduk derken o hayallerde geldi geçti bitti.
Artık zaman geçtikçe daha büyük şeyler öğrenme hevesi sarıyordu bünyemi.2006-2007 yılları artık hosting kullanmaya başlamışız birçok konuda bilgi sahibiyiz filan derken Tirenium.net diye İzmir’de bir abinin firmasıydı. Onda o zamanlar 3-4 makine vardı sanırım tam hatırlamıyorum.Fedora kurulu yenilikçi bir abiydi dün gibi hatırlıyorum.Bayağıda büyük müşteri kitlesine sahip bir firmaydı.Konuştum falan işte derken abi bana o zaman cPanel kurulu bir makinenin “root” olma yetkisini vermişti.Artık 14 yaşında birinde müşterileri olan bir Yer Sağlayıcı firmanın yönetimi bendeydi.O kadar çok şey öğrenmiştim ki Linux adına güvenlikten tutun hızlandırmaya kadar dün gibi her şey aklımda.Tabi hatlar şimdiki gibi nerde “Fedora Ana Makine-1 deki internet bağlantısı 10mbitten 100mbit’e yükseltildi” haberini hatırlamak çok farklı geldi bugün bana 🙂 Şimdi şaşırıyorum o kadar çok şey varken neden tamamen içine girmemişim işte bu sorunun cevabı yaşın çok küçük olması.Neyse derken Tirenium’da bir süre hem kendi sitelerimi barındırdım hem birçok kişiye hosting satmayı başardım. Yıllar 2007-2008‘e geliyordu oradan bir üst kademe olan asoshosting.com ile tanışma dönemi başladı.Tirenium’dan daha büyük bir firma olan asoshosting macerasıda benim kazandığım deneyim ile birleşerek daha farklı his uyandırmıştı.Orada da yeni bir makine ile yola çıkmış bir yer sağlayıcı vardı.
Orada ciddi ciddi bu işin içine girmiş hem web tasarım hem hosting derken artık tek başına bir şeyleri başarmanın keyfini iyice öğrenmiştim.Arada geçen bir çok şey vardır anlatmakla bitmez 🙂 Neyse orada bir sunucu artık bende kendi ismimde bir firma ile bir şeyler satayım benim de müşterilerim olsun fikri sıcak geliyordu.Tam o sırada www.ozcanhost.net domainini reglemiştim. Tabi ki burada geçen sürede ne benim cebimden bir lira çıktı ne de bir lira cebime girdi. Çünkü ben daha çok küçüktüm 14-15 yaşında ne bir banka hesabım var ne de bana bu konuda yol gösterecek çevremde bir insan.Çünkü kimse bilmiyordu internet-para kavramını.Aileme söylemeden bir şeyler kovalıyordum.Söylesen de anlayacak değillerdi.Onlar için gerçek elle tutulur bir şey olmadığı için farklı muhakeme ediyorlardı.Oysa ben en az 30-40 kişiye ürün satmayı başarmıştım.Kaç kişiye web sitesi yapmıştım.Bu paralar iki firmanın sahiplerine gidiyordu ve benim amacım para değildi zaten 🙂 Bunu öğrenmek sanalda olsa bir şeylere sahip olmak daha mutluydu benim için.O günden deneyimler bugüne musmutlu yansımalar…
Bugün yazdığım bu site bile aslında 2007-2008 yılında kayıtlıydı ve benimdi.(mustafaozcan.info) o dönemde sektör içinde olan bir kişiydim.Daha Twitter filan yeni çıkmıştı Türkiye’de bırakın Twitter falan insanlar yerli bir şeyler üretme hevesini yeni yeni tadıyordu.Ben o zamanlarda kendi içerik yönetim sistemimi bile yazmıştım.WordPress kullanmıştım ama bir türlü tatmin olmuyordum neden ben kendi panelimin olduğu sistemi yazmıyorum diye basit&sade bir PHP içerik yönetim sistemi yapmıştım.Yıllar o kadar çabuk geçmiş ki bir dönemde hep üstüne koyarak adım atmıştım.Tabi seneler 2009‘a filan yaklaştığında lise döneminde duraksayan bir ben daha farklı geliyordu tıpkı 2D -> 3D ‘ye geçiş gibi bambaşka bir hal almıştı.Öğrenme dönemi bitmiş artık daha çok bir şeyler kazanma dönemine doğru yelkenler çevrilmişti.Önceleri bir çok şeyin olduğu bir yumak varken yaşamda şimdilerde içinden sadece yarayanları seçip ayırt ettiğim bir tarza dönüşen bir hayat ile karşı karşıyayım.Arada birçok serüven oldu daha sonraki yazılarda onlardanda bahsedeceğim 😉
İşte geçen yaklaşık 8 yıllık sürede birçok değişen şeyi ifade edebilirim.Buraya yazmakla bitmeyen birçok şeyi.Bizim o eski yıllarımızda insanlar bir grup olarak proje ortaya koyuyordu,yönetiyordu şimdilerde artık herkes sosyal medyanın bir getirisi midir nedir tam emin olamasam da daha çok “kendi” odaklı bir biçime dönmüş durumda.Benim web sitem,benim e-ticaret sitem,benim projem,benim girişimim artık herkes kendi işinin patronu olma hevesinde.8 yıllık dolu serüvende uzun uzadıya bu yazıyı yazdım ama bana o kadar çok şeyi hatırlattı ki ve bugün şunu artık diyebilirim ki ;
“İnternet levelleri olan bir oyun değildi ve sonsuza kadar devam edecekti.”
CodeEval tarafından yayınlanan grafiklere göre 25 bin yazılım geliştiriciden topladığı verilerle hazırladığı, 2013 yılının verilerine göre ‘en popüler programalama dilleri’ listesini paylaştılar.
Geçmişte çok sayıda farklı kuruluşlar tarafından programlama dilleri popülariteye göre sıralanmıştı. Ancak CodeEval hem yazılımcılarla işverenleri bir araya getiren ve online bazı yarışmalar düzenleyen yapısıyla öne çıkıyor hem de aşağıda da görebileceğiniz gibi listede programlama dillerinin 2011, 2012 ve 2013 değerlerinin tamamı bulunuyor. Bu da ister istemez geriye dönük olarak çeşitli çıkarımlar yapmayı fazlasıyla kolaylaştıran bir etmen.
Listeye göre en popüler programlama dili yüzde 30,30 ile Python. Python’un ardından ikinci sırada yüzde 22,20′lik oranıyla Java ve yüzde 13′le C++ yer alıyor.
Apple’ın iOS ve Mac platformları için kullanılan Objective-C‘de yükselen eğrisi ile dikkat çekiyor. Geçen seneye göre yaşadığı yüzde 300′lük büyümeye rağmen Objective-C’nin 2013 yılındaki ağırlığı yüzde 0,40 seviyesinde.
Listeye gözatarak sık kullanılar yazılım dillerini öğrenebilirsiniz.
Bilmem dikkatinizi çekti mi dün, uzun zamandan sonra yeni çıkmış oyunlara göz gezdirirken karşılaştığım ve son üç aydır film seçerken karşımıza sürekli bir Zombi filmi çıkmasının ardında yatan “Etrafımızı Saran Zombiler” efsanesini yaratalım.Belki bir birçoğunuzun bu yazıyı okurken “Aaa evet” diye kendinize cevap vereceğiniz efsanenin hayatımıza girdiği noktalara değinmek istiyorum.
Dün oyunlardan dikkatimi çeken aslında uzun süredir hayatımıza girmiş olan zombiler nedir ne değildir öncelikle ona bakınalım.Zombi, voodoonun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz bir insandır.Bu folklorik zombiler doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılması olarak inanılan zombiler 2010 yılından sonra özellikle sinemada yeniden diriltilmeye başlanmış.Shaun of the Dead,The Crazies,Survival of the Dead,I Spit on Your Rave,Resident Evil: After Live filmleriyle birlikte yeniden zombi filmleri hayatımızda yerini aldı.Eskiden sadece film olarak yansıtılan zombiler her geçen gün artık sıradan şeyler olarak oyunlarda,filmlerde gündelik hayatımızın her köşesinde karşımıza çıkmaya başladı.
Özellikle yeni nesile daha çok entegre edilen Zombi kavramı gün geçtikçe büyüyor.Bunları birkaç basit örnekle açıklamak gerekirse,oyunlara gözatalım.Örneğin;
Bilmeyenler için öncelikle açıklayayım Merlin’in Kazanı isimli internet sayfasının oyunları yakından takip ettiğini düşündüğüm için oradan birkaç alıntı yapalım.Sitede “zombi” kelimesini arattım ve Haberler kısmında çıkan sonuçları sizlerle paylaşıyorum.
Yaklaşık son 6 aydır 50 tane oyun haberi ile karşılaşıyoruz.Bu sadece tek bir oyun sitesinde ve en göze çarpan olayları paylaşan bir site.Bununla kalmıyor aynı zamanda 6 yaşındaki kuzenimden dikkat çeken diğer bir oyun ise Facebook üzerinden oynanan online oyunlar kısmında Flash tabanlı birçok oyunda “zombi” oyunlarını gördüm ve küçük yaştaki çocukların erken yaşlarda zombilere yönetilmesi ve bunun ilerleyen yaşlarında hayatına yansımalarını düşünecek olursak “Etrafımızı Saran Zombiler” efsanesini yavaş yavaş yaratıyoruz.
Bunları okuduktan sonra hayatınızda zombiler kavramının geçtiği birçok şey ile karşılaşmış olduğunuzu farkedeceksiniz.İlerleyen zamanlarda efsane gerçek olur mu bilmem ama ilgimi çeken bir şeyi sizlerle paylaşmak istedim.